Kimi Aramıştınız?

WEDNESDAY - Gizemli, garip ve harika

0 yorum | Şarkıları dinle...

  

Charles Addams'ın yarattığı Wednesday Addams karakterine dayanan bir Amerikan komedi korku dizisidir. Alfred Gough ve Miles Millar tarafından yaratılan dizide başrolde Jenna Ortega yer alıyor. Dizide ayrıca Gwendoline Christie, Riki Lindhome, Jamie McShane, Hunter Doohan, Percy Hynes White, Emma Myers, Joy Sunday, Georgie Farmer, Naomi J. Ogawa, Christina Ricci ve Moosa Mostafa gibi oyuncular da destekliyor. Dizinin dört bölümü Tim Burton tarafından yönetilmiştir. Dizi, yeni okulunda bir canavar gizemini çözmeye çalışan Wednesday Addams'ın yıllarını anlatıyor.

Dizinin yönetmeni Tim Burton, gotik korku ve fantezi filmleriyle tanınan ünlü bir Amerikan film yapımcısıdır. Beetlejuice (1988), Edward Scissorhands (1990), The Nightmare Before Christmas (1993), Ed Wood (1994), Sleepy Hollow (1999), Corpse Bride (2005) gibi filmlerin yanı sıra Batman (1989), Batman Returns (1992), Planet of the Apes (2001), Big Fish (2003), Charlie and the Chocolate Factory (2005), Alice in Wonderland (2010) gibi gişe rekorları kıran filmlerin de yönetmenliğini yapmıştır.

Dizinin yaratıcıları ve yazarları Alfred Gough ve Miles Millar ise Superman'in gençlik yıllarını anlatan Smallville dizisiyle bilinmektedirler. Ayrıca Shanghai Noon, Shanghai Knights, Spider-Man 2, The Mummy: Tomb of the Dragon Emperor, I Am Number Four gibi filmlerin de senaryosunu yazmışlardır.

Wednesday dizisi Burton'ın gotik ve fantastik tarzını ve Gough ile Millar'ın aksiyon ve macera dolu hikayelerini yansıtmaktadır. Dizi aynı zamanda Charles Addams'ın yarattığı ikonik karakterlere yeni bir bakış açısı getirmektedir. 

Jenna Ortega'nın bu dizideki oyunculuğu genel olarak olumlu eleştiriler almıştır. Ortega, Wednesday Addams rolünü başarıyla canlandırmış ve dizinin en dikkat çeken yıldızı olmuştur. Ortega'nın Wednesday'i garip, yoğun ve sevimli bir şekilde yansıttığı, Charles Addams'ın yarattığı ikonik karaktere yeni bir hayat verdiği belirtilmiştir.

Dizinin komedi unsurları, Charles Addams'ın yarattığı çizgi romandan ve önceki uyarlamalardan esinlenerek, Wednesday Addams'ın gündelik hayatında karşılaştığı absürt ve karanlık durumları göstermektedir. Dizi, Wednesday'in okul arkadaşlarıyla ve ailesiyle olan ilişkilerini mizahi bir dille anlatırken, aynı zamanda onun gizemli bir canavar vakasını çözmeye çalışmasını da konu edinmektedir. Dizinin mizah anlayışı, Tim Burton'ın gotik ve fantastik tarzıyla uyumlu bir şekilde, hem korku hem de komedi unsurlarını bir arada sunmaktadır.

Dizi farklılıkları kabullenme, kendini ifade etme, arkadaşlık ve aile bağlarının önemi gibi temalar üzerine odaklanmaktadır. Dizi, Wednesday'in kendine özgü kişiliğini ve yeteneklerini geliştirmesini ve başkalarının onun hakkındaki ön yargılarına karşı durmasını teşvik etmektedir. Ayrıca dizide, Wednesday'in okulda tanıştığı farklı karakterlerin de kendi sorunlarıyla ve kimlikleriyle yüzleşmeleri ve birlikte hareket etmeleri gerektiği vurgulanmaktadır.

Dizinin teknik yönleri, Tim Burton'ın yönetmenliği ve vizyonuyla şekillenmiştir. Dizi, Arri Alexa LF, Arri Signature Prime Lenses ve Red Komodo 6k gibi yüksek kaliteli kameralarla çekilmiştir. Görüntü yönetmenliği ise Bruno Delbonnel tarafından yapılmıştır. Delbonnel, Burton'ın gotik ve fantastik tarzını yansıtan karanlık ve renkli bir atmosfer yaratmıştır.

Dizinin müzikleri ise Danny Elfman tarafından bestelenmiştir. Elfman, Burton'ın birçok filminin müziklerini yapmış olan ünlü bir film müziği bestecisidir. Dizinin müzikleri, hem Addams Ailesi'nin klasik temasını hem de Wednesday'in maceralarını anlatan dinamik ve eğlenceli melodileri içermektedir.

Dizinin kurgusu ise Chris Lebenzon tarafından yapılmıştır. Lebenzon da Burton'ın birçok filminde çalışmış olan deneyimli bir kurgucudur. Dizinin kurgusu, hem komedi hem de korku unsurlarını dengeli bir şekilde sunmakta ve dizinin temposunu ayarlamaktadır.

Dizinin benzerleri arasında, yine gençlik, korku ve fantastik türlerini bir arada sunan Riverdale, Chilling Adventures of Sabrina, A Series of Unfortunate Events, The End of the F***ing World, Scream Queens, Monster High, I Am Not Okay With This ve Daria sayılabilir.

Diziyi sevebilecekler, gençlik, korku ve fantastik türlerine ilgi duyanlar, Tim Burton'ın tarzını sevenler, Addams Ailesi'nin hayranları ve karanlık mizaha sahip olanlardır. Dizi, bu türlerin ve unsurların bir arada sunulduğu eğlenceli ve sürükleyici bir hikaye anlatmaktadır.

Diziyi beğenmeyecekler ise, korku ve şiddet sahnelerinden rahatsız olanlar, Wednesday Addams karakterine sempati duymayanlar, Tim Burton'ın tarzını sevmeyenler ve dizinin bazı bölümlerindeki cinsellik ve küfür içeren diyaloglardan hoşlanmayanlardır. Dizi, bu tür sahneleri ve diyalogları da içermektedir.

İnternette yorum yapan izleyiciler, genel olarak diziyi beğendiklerini ve özellikle Jenna Ortega'nın oyunculuğunu, Tim Burton'ın yönetmenliğini ve dizinin mizahını övdüklerini yazmışlardır. Ayrıca dizinin Netflix'in en çok izlenen dizilerinden biri olduğunu ve Stranger Things'i bile geride bıraktığını belirtmişlerdir.

Ancak bazı izleyiciler de diziyi eleştirmişlerdir. Bazıları dizinin Addams Ailesi'nin ruhuna uygun olmadığını, bazıları da dizinin klişe ve tahmin edilebilir olduğunu yazmışlardır. Ayrıca dizinin bazı sahnelerinin çok karanlık ve şiddet içerdiğini söyleyenler de olmuştur.


THE NIGHT AGENT - Kimse güvende değil!

0 yorum | Şarkıları dinle...

  

The Night Agent dizisi, Shawn Ryan tarafından yaratılan ve Matthew Quirk'in aynı adlı romanına dayanan bir aksiyon gerilim dizisidir. Gabriel Basso'nun başrolde oynadığı dizi, 23 Mart 2023'te Netflix'te yayınlanmaya başlamıştır.

Dizi, Beyaz Saray'da Gece Eylem telefon operatörü olarak çalışan FBI Ajanı Peter Sutherland'ın (Basso), Amerika Birliği hükümetinin en üst seviyelerindeki bir köstebeği ortaya çıkarmak için verdiği mücadeleyi anlatmaktadır. Peter, aynı zamanda teyzesi ve amcasının öldürülmesinin ardından kendisine ulaşan eski bir CEO olan Rose Larkin'i (Luciane Buchanan) korumak zorundadır.

Dizinin oyuncu kadrosunda ayrıca şu isimler yer almaktadır:

- Fola Evans-Akingbola: Maddie'nin (Sarah Desjardins) koruma ekibini yöneten hırslı bir Gizli Servis ajanı olan Chelsea Arrington

- Eve Harlow: Tahmin edilemez bir suikastçı olan Ellen

- Phoenix Raei: Profesyonel bir tetikçi ve Ellen'ın ortağı olan Dale

- Enrique Murciano: Gizli Servis'in Direktörü Ben Almora

- D.B. Woodside: Maddie'ye yeni atanan deneyimli bir Gizli Servis ajanı olan Erik Monks

- Hong Chau: Beyaz Saray Başkanlık Müşaviri Diane Farr

Dizinin yaratıcısı ve yazarı Shawn Ryan, The Shield, The Unit, Lie to Me, Timeless, S.W.A.T. gibi birçok televizyon dizisine imza atmış olan ünlü bir senarist ve yapımcıdır. Ryan'ın dizileri genellikle aksiyon, gerilim ve dram türlerinde olup, çeşitli güvenlik güçleriyle ilgili konuları işlemektedir. The Night Agent dizisi de bu türlerin ve konuların bir örneğidir.

Dizinin yönetmeni ise Adam Arkin'dir. Arkin, hem oyuncu hem de yönetmen olarak tanınan bir isimdir. Arkin'in yönettiği diziler arasında Sons of Anarchy, Justified, The Americans, Fargo, Billions, The Good Doctor gibi başarılı yapımlar bulunmaktadır. Arkin'in yönetmenliği, dizinin aksiyon ve gerilim sahnelerini etkili bir şekilde sunmasını sağlamaktadır.

Dizinin oyuncuları, dizinin aksiyon ve gerilim sahnelerini başarıyla canlandırmışlardır. Özellikle Gabriel Basso, Peter Sutherland rolünde izleyiciyi kendine bağlamıştır. Basso, karakterin duygusal ve fiziksel zorluklarını etkileyici bir şekilde yansıtmıştır.

Luciane Buchanan da Rose Larkin rolünde dikkat çekmiştir. Buchanan, karakterin zeki, cesur ve meraklı yönlerini ortaya koymuştur. Buchanan, Basso ile iyi bir uyum yakalamıştır.

Fola Evans-Akingbola, Chelsea Arrington rolünde hırslı ve kararlı bir Gizli Servis ajanını oynamıştır. Evans-Akingbola, karakterin liderlik vasfını ve mesleki becerilerini göstermiştir.

Sarah Desjardins, Maddie Redfield rolünde Başkan Yardımcısı'nın kızını oynamıştır. Desjardins, karakterin asi, cesur ve maceracı yönlerini sergilemiştir.

Eve Harlow ve Phoenix Raei ise Ellen ve Dale rollerinde acımasız suikastçıları oynamışlardır. Harlow ve Raei, karakterlerin tehlikeli ve tahmin edilemez yönlerini vurgulamışlardır.

Enrique Murciano, Ben Almora rolünde Gizli Servis'in Direktörü'nü oynamıştır. Murciano, karakterin otoriter, karizmatik ve gizemli yönlerini ortaya çıkarmıştır.

D.B. Woodside, Erik Monks rolünde deneyimli bir Gizli Servis ajanını oynamıştır. Woodside, karakterin profesyonel, sadık ve cesur yönlerini göstermiştir.

Hong Chau ise Diane Farr rolünde Beyaz Saray Başkanlık Müşaviri'ni oynamıştır. Chau, karakterin zeki, manipülatif ve hedef odaklı yönlerini yansıtmıştır.

Kimler izlemeli?

Diziyi aksiyon, gerilim ve siyasi komplo türlerine ilgi duyanlar, Shawn Ryan'ın tarzını sevenler, The Night Agent romanının hayranları ve hızlı tempolu ve sürükleyici bir hikaye arayanlar sevebilir. Dizi, bu türlerin ve unsurların bir arada sunulduğu heyecan verici ve gizemli bir hikaye anlatmaktadır.

Diziyi beğenmeyecekler ise, şiddet ve kan sahnelerinden rahatsız olanlar, klişe veya tahmin edilebilir bulanlar, Shawn Ryan'ın tarzını sevmeyenler ve dizinin bazı karakterlerinin veya motivasyonlarının yeterince açıklanmadığını düşünenlerdir. Dizi, bu tür sahneleri ve eksiklikleri de içermektedir.

İzleyiciler, genel olarak diziyi beğendiklerini ve özellikle Gabriel Basso'nun oyunculuğunu, Shawn Ryan'ın senaryosunu ve dizinin aksiyon ve gerilim sahnelerini övdüklerini yazmışlardır. Ayrıca dizinin Netflix'in en çok izlenen dizilerinden biri olduğunu ve Stranger Things'i bile geride bıraktığını belirtmişlerdir.

Ancak bazı izleyiciler de diziyi eleştirmişlerdir. Bazıları dizinin klişe veya tahmin edilebilir olduğunu, bazıları da dizinin şiddet ve kan sahnelerinin çok fazla olduğunu yazmışlardır. Ayrıca dizinin bazı karakterlerinin veya motivasyonlarının yeterince açıklanmadığını söyleyenler de olmuştur.

BİZ KİMDEN KAÇIYORDUK ANNE? - Geçekler peşini bırakır mı?

0 yorum | Şarkıları dinle...

  

Dizinin konusu, Perihan Mağden'in aynı adlı romanına dayanmaktadır. Dizi, bir anne ile kızının kaçış hikayesini anlatmaktadır. Bir anne ve küçük kızı Bambi, hayatlarını sürekli birilerinden kaçarak sürdürür. Lüks otellerde yaşayan anne ve kız, arkalarında sadece cesetlerden izler bırakarak yollarına devam eder.

Anne ve kızın neden kaçtıkları ve kimden kaçtıkları ise dizinin gizemi olarak ortaya çıkar. Anne, geçmişinde yaşadığı travmatik olaylar nedeniyle kendini ve kızını korumak için bu yolu seçmiştir. Ancak gerçek çok geçmeden ortaya çıkar ve anne-kızın hayatı tehlikeye girer.

Dizi, suç, drama ve gizem türündedir.  Otellerde kalarak kaçak bir hayat süren gizemli bir anne ile genç kızının karşılarına çıkan tehditlerle baş ederken geçmişlerinin üzerindeki sır perdesini yavaş yavaş aralayan bir hikaye anlatmaktadır.

Dizinin oyuncu kadrosu ise şöyledir:

- Melisa Sözen: Anne rolünde

- Eylül Tumbar: Bambi rolünde

- Musa Uzunlar: Anne'nin babası rolünde

- Başak Daşman: Anne'nin annesi rolünde

- Birand Tunca: Sarışın Komiser rolünde

- Alper Çankaya: Yardımcı Komiser rolünde

- Hakan Emre Ünal: Sert Komiser rolünde

- Meriç Rakalar: Müdüranım rolünde

- Emrah Kolukısa: Şef rolünde

- Kubilay Tunçer: Emlakçı rolünde

Melisa Sözen, annenin rolünü üstlenirken, Eylül Tumbar da kızını canlandırıyor. İkili arasındaki uyum ve kimya çok başarılı. Ayrıca Musa Uzunlar, Başak Daşman, Birand Tunca gibi usta oyuncular da dizide yer alıyor. Dizinin çekimleri ve atmosferi de çok etkileyici. Netflix'in yeni yerli yapımı olan Biz Kimden Kaçıyorduk Anne, izleyicileri sürükleyici bir hikayeye davet ediyor.

Yönetmen Mehmet Akif Alakurt, daha önce Kurtlar Vadisi, Ezel ve Karadayı gibi popüler dizilerde çalışmıştır. Senarist ise Ayşe Üner Kutlu, Türk televizyon tarihinin en çok izlenen dizilerinden biri olan Muhteşem Yüzyıl'ın yaratıcısıdır. Bu ikili, bu dizide de tarihi bir konuyu ele alarak izleyicileri etkilemeyi başarmıştır. Dizinin yönetmeni ve senaristinin önceki işleri ile kıyasla, bu dizinin onların en iyi eseri olduğunu söyleyebiliriz.

Yorumlar:

Biz Kimden Kaçıyorduk Anne dizisi hakkında yorumlar genellikle olumlu yöndedir. Dizinin ilginç konusu, sürükleyici anlatımı ve Melisa Sözen'in oyunculuğu beğenilmiştir. Bazı izleyiciler ise diziyi sıkıcı ve saçma bulmuşlardır. Dizinin Netflix'in en iyi Türk yapımı olduğunu söyleyenler de var. Diziyi izlemeyenler için denemeye değer bir dizi olduğu söylenebilir.

Kimler izlemeli?

- Gerilim ve drama türlerine ilgi duyanlar
- Kitaplardan uyarlanan dizileri sevenler
- Melisa Sözen gibi başarılı oyuncuları takip edenler
- Gizemli ve sürükleyici bir hikaye arayanlar
- Türk yapımı kaliteli dizileri desteklemek isteyenler

İYİ ADAMIN 10 GÜNÜ - İyi adam olmak için kaç gün yeter?

0 yorum | Şarkıları dinle...

  

Film, Mehmet Eroğlu'nun aynı adlı romanından uyarlanan bir Türk dram filmidir. Filmin yönetmeni Uluç Bayraktar, senaristleri Mehmet Eroğlu ve Damla Serim'dir. Filmin oyuncu kadrosunda Nejat İşler, Nur Fettahoğlu, Şenay Gürler, İlayda Alişan, İlayda Akdoğan, Rıza Kocaoğlu, Kadir Çermik, Erdal Yıldız ve Ata Artman yer almaktadır. 

Filmin konusu ise şöyledir: Sadık, hayatını kaybeden karısının ardından kendini işine vermiş bir avukattır. Bir gün eski bir dostu olan Cemil'in davasını üstlenir. Cemil, karısını öldürmekle suçlanmaktadır. Sadık, Cemil'i savunurken hem kendi geçmişiyle hem de adalet sistemiyle yüzleşmek zorunda kalır. Film 3 Mart 2023 tarihinde Netflix'te yayınlanmıştır.

Filmin yönetmeni Uluç Bayraktar, Türk dizi sektöründe önemli bir isimdir. 2000 yılında Şaşıfelek Çıkmazı dizisinde yönetmen yardımcılığı yaparak başladığı kariyerinde, Kampüsistan, Ezo Gelin, Menekşe ile Halil, Ezel, Karadayı, İçerde, Çarpışma, Babil gibi popüler dizilerin yönetmenliğini üstlenmiştir. Ayrıca Kabuslar Evi adlı korku dizisinin de bazı bölümlerini yönetmiştir. İyi Adamın 10 Günü ise ilk sinema filmi olmuştur.

Filmin senaristleri Mehmet Eroğlu ve Damla Serim ise daha önce birlikte çalışmamışlardır. Mehmet Eroğlu, filmin uyarlandığı romanın da yazarıdır. Ayrıca Kötü Adamın 10 Günü adlı romanın da yazarıdır. Damla Serim ise daha önce Babil dizisinin senaryosunu yazmıştır.

Bu filmle karşılaştırıldığında, Uluç Bayraktar'ın önceki çalışmalarının çoğunun polisiye ve dram türünde olduğu görülür. Bu filmde de benzer bir tür kullanmıştır. Ancak bu filmde daha çok adalet sistemi ve insan psikolojisi üzerine odaklanmıştır. Mehmet Eroğlu ve Damla Serim'in senaryosu ise filmin gerilimini ve sürükleyiciliğini artırmıştır.

Dramatik bir konuyu komedi unsurlarıyla hafifletmeye çalışan bir filmdir. Filmin mizah anlayışı, genellikle karakterlerin yaşadıkları absürt durumlar, ironik diyaloglar ve karikatürize edilmiş kişilikler üzerine kuruludur. Filmin seyirciye verdiği mesajlar ise, hayatın zorluklarına rağmen umudunu kaybetmemek, dostluk ve aile bağlarının önemi, adalet ve vicdan arasındaki çatışma ve insanın kendi doğasını keşfetmesi gibi temalardır.

Filmdeki oyuncuların performansları genel olarak başarılı ve etkileyicidir. Özellikle Nejat İşler, filmin başrolü olan Sadık karakterini çok iyi canlandırmıştır. Sadık'ın yaşadığı duygusal çöküntü, adalet arayışı ve geçmişle hesaplaşması Nejat İşler'in mimik, jest ve tonlamasıyla izleyiciye aktarılmıştır. Nur Fettahoğlu da Rezzan karakterini başarıyla oynamıştır. Rezzan'ın Sadık'a olan ilgisi, gizemli kişiliği ve sırları Nur Fettahoğlu'nun bakışları, duruşu ve sesiyle yansıtılmıştır. Diğer oyuncular da rollerine uygun bir şekilde performans göstermişlerdir. Şenay Gürler, İlayda Alişan, İlayda Akdoğan, Rıza Kocaoğlu, Kadir Çermik, Erdal Yıldız ve Ata Artman filmin yan karakterleri olarak hikayeye renk katmışlardır. Ayrıca Esra Ronabar, Barış Falay ve Yurdaer Okur gibi konuk oyuncular da kısa süreliğine de olsa iz bırakmışlardır.

OUTLANDER - Zamanın ötesinde aşk ve macera

0 yorum | Şarkıları dinle...

  

Outlander, Diana Gabaldon'un aynı isimli tarihi zaman yolculuğu kitabından uyarlanmıştır. Dizinin hikayesi, 1945 yılında eski bir savaş hemşiresi olan İngiliz Claire Randall'ın hikayesiyle başlar. Claire, yeniden bir araya geldiği eşi Frank Randall ile birlikte İskoçya'da tatile çıkar. Burada gizemli bir taş çemberinin içinde kaybolan Claire, kendini 1743 yılının İskoçya'sına ışınlanmış bir şekilde bulur. 1743 yılında Claire, Jamie Fraser ile karşılaşır. Jamie Fraser, hiçbir şeyden korkmayan cesur bir savaşçıdır. Claire, geçmişte kalmaya devam ettikçe bu cesur savaşçıya aşık olur. Fakat Claire, kocası Frank'e olan sadakati ile Jamie'ye olan aşkı arasında çekişme yaşar.

Outlander dizisinin oyuncuları ve canlandırdıkları karakterler şunlardır:

- Caitriona Balfe: Claire Randall / Fraser

- Sam Heughan: Jamie Fraser

- Tobias Menzies: Frank Randall / Jonathan "Black Jack" Randall

- Sophie Skelton: Brianna Randall / Fraser

- Richard Rankin: Roger Wakefield / MacKenzie

- Graham McTavish: Dougal MacKenzie

- Duncan Lacroix: Murtagh Fraser

Dizinin yönetmeni ve senaristi Ronald D. Moore'dır. Moore, daha önce Battlestar Galactica, Star Trek: The Next Generation, Star Trek: Deep Space Nine ve For All Mankind gibi bilim kurgu dizilerinde çalışmıştır. Outlander dizisi, Moore'un tarihi ve fantastik bir türde eser verdiği ilk projedir. Moore, Outlander dizisinde Diana Gabaldon'un aynı isimli kitap serisinden uyarlanan senaryoları yazmış ve bazı bölümleri de yönetmiştir.

Dizinin en etkileyici yanı, farklı zamanlarda ve kültürlerde yaşayan iki insanın aşkını ve maceralarını anlatmasıdır. Dizi, seyirciye zamanda yolculuk yapmanın hem heyecanlı hem de zorlu olduğunu gösteriyor. Ayrıca dizide, tarihi olaylar, gelenekler, inançlar ve değerler de gerçekçi bir şekilde yansıtılıyor.

Oyuncuların performansları genel olarak başarılı ve etkileyici. Özellikle başrol oyuncuları Caitriona Balfe ve Sam Heughan, Claire ve Jamie karakterlerini çok iyi canlandırıyor. Balfe, Claire'in zeki, cesur, meraklı ve duygusal yönlerini ortaya koyuyor. Heughan ise Jamie'nin cesur, sadık, tutkulu ve koruyucu yönlerini... Gördüğünüz en güzel çiftlerden biri olabilir.

Diğer oyuncular da dahil oldukça aralarında çok sevdiklerim ve keşke diziden hiç çıkmasa dediklerim vardır.

Outlander 1800'leri seven ve hatta sevmeyenlere de sevdirecek bir dizi. Her bir bölümü film tadında ve özeniyle çekilmiş. Duygusallık, gerçek aşk, naiflik, hayata ince dokunuş, kadınların gözünden dünyaya bakmak ve anlaşılmak bu kadar güzel anlatılamazdı. Hayatınızda çok az çifti bu kadar gözlerinizden kalpler çıkara izleyebilirsiniz.

UYSALLAR - Olmak istediğin "Sen" hangisi?

0 yorum | Şarkıları dinle...

  

Netflix'te yayınlanan bir kara komedi dizisidir. Dizinin konusu, her biri farklı bir hayat yaşayan ve kim olduklarını sorgulayan Uysal ailesinin uyanış hikayesidir. 

Dizinin oyuncuları şunlardır:

- Öner Erkan: Oktay Uysal rolünde. Başarılı bir mimar olan Oktay, orta yaş bunalımına girmiş ve gizli bir punk hayatı yaşamaya başlamıştır.

- Songül Öden: Nil rolünde. Oktay'ın eşi olan Nil, hiçbir zaman kendine vakit ayıramamış ve eşinin ilgisizliğinden dert yanmaktadır. Bir işe girip kendi hayatını yaşamak ister.

- Haluk Bilginer: Berhudar rolünde. Türkiye'nin en büyük cezaevi inşaatının devlet tarafından görevlendirilmiş sorumlusudur. Takıntılı bir adamdır.

- Uğur Yücel: Olcay rolünde. Oktay'ın babasıdır. Baskıcı bir baba olmuştur. Eşi öldükten sonra oğlunun yanına taşınmış ve ailesini düzeltmeye çalışmaktadır.

- Nezaket Erden: Zeynep rolünde. Oktay ve Nil'in kızlarıdır. Üniversite sınavına hazırlanmaktadır. Ailesinin yalanlarını fark etmeye başlamıştır.

- Umut Yeşildağ: Ege rolünde. Oktay ve Nil'in oğullarıdır. Lise öğrencisidir. Ailesinin sırlarını öğrenmek için çabalamaktadır.

- Serkan Altunorak: Cem rolünde. Oktay'ın iş arkadaşıdır. Oktay'ın gizli hayatını keşfeder ve ona katılmak ister.

- İbrahim Selim: Can rolünde. Oktay'ın punk arkadaşıdır. Oktay'a yeni bir dünya sunar.

- Durukan Ordu: Emre rolünde. Berhudar'ın oğludur. Babasının baskısından bunalan bir gençtir.

Uysallar dizisinin yönetmeni Onur Saylak, aynı zamanda başarılı bir oyuncu ve öğretim görevlisidir. 1977 Ankara doğumlu olan Saylak, ODTÜ Fizik Bölümü, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü ve Bilkent Üniversitesi Tiyatro Bölümü'nde eğitim görmüştür. Tiyatro, sinema ve televizyon oyunculuğunun yanı sıra Kadir Has Üniversitesi Film ve Drama alanında öğretim görevlisi olarak da çalışmaktadır.

Onur Saylak'ın yönetmenliğini yaptığı ilk proje 2015 yılında çektiği Orman adlı kısa filmdir. Bu filmde eşi Tuba Büyüküstün de rol almıştır. 2017 yılında ise ilk uzun metrajlı filmi Daha'yı yönetmiştir. Bu film, Hakan Günday'ın aynı adlı romanından uyarlanmış ve uluslararası pek çok festivalde gösterilmiştir. Uysallar dizisi ise Onur Saylak'ın yönetmenliğini yaptığı ikinci uzun metrajlı projedir. Bu dizinin senaryosunu da Hakan Günday yazmıştır.

Onur Saylak'ın yönetmenliğini yaptığı projeler arasında ortak noktalar bulmak mümkündür. Öncelikle, bu projelerin hepsi dramatik ve karanlık bir atmosfere sahiptir. Ayrıca, bu projelerin hepsi toplumsal sorunlara, bireysel krizlere ve kimlik arayışına değinmektedir. Örneğin, Daha filminde insan kaçakçılığı ve babalık teması işlenirken, Uysallar dizisinde orta yaş bunalımı ve aile içi gizemler konu edilmektedir. Onur Saylak'ın yönetmenliğini yaptığı projelerde oyuncu yönetimi de oldukça başarılıdır. Özellikle Haluk Bilginer ile çalıştığı Şahsiyet dizisinde Emmy ödülü kazanan bir performans ortaya çıkarmıştır. Uysallar dizisinde de Haluk Bilginer'in yanı sıra Öner Erkan, Songül Öden ve Uğur Yücel gibi usta oyuncularla çalışmıştır.

Uysallar dizisinin en etkileyici yanı, izleyiciye sıradan bir ailenin aslında ne kadar sıra dışı olabileceğini göstermesidir. Dizide, Uysal ailesinin her bir ferdinin birbirinden gizlediği ikili hayatları vardır. Bu hayatlar, ailenin içindeki çatlakları ve yalanları ortaya çıkarmaktadır. Dizinin kara komedi türünde olması da izleyiciyi hem güldürüp hem düşündürebilmektedir.

Dizinin punk konusunu işleme şekli ise oldukça ilginçtir. Dizide, başarılı bir mimar olan Oktay Uysal'ın orta yaş bunalımına girmesi ve gizli bir punk hayatı yaşamaya başlaması anlatılmaktadır. Oktay, punk arkadaşı Can ile birlikte konserlere gider, saçını boyar, dövme yaptırır ve hatta bir punk grubu kurar. Bu arada ailesinden ve işinden de uzaklaşmaya başlar. Punk kültürü, Oktay'ın içindeki bastırılmış arzularını ve özgürlük isteğini yansıtmaktadır. Ancak bu kültürün de kendi kuralları ve sorunları olduğunu fark eder. Punk konusu, dizide hem komik hem de dramatik sahnelere neden olmaktadır.

Onur Saylak bu dizi ile içinde punk rock ruhu da taşıyan bir beyaz yakalı olarak beni tanımlarında dahi çok heyecanlandırmıştı. İzlediğimde de çok doyurucu buldum, umduğumu buldum diyebilirim. Öner Erkan'ın oyunculuğunun katkısı büyük elbette. Songül Öden'i de pek severim zaten.

İş hayatı, eski hayaller, endişe ile karışık yeni umutlar, özellikle bir yaştan sonra hayatı kaçırma kaygıları bir çok insanda hissedilen ortak duygular. Bu açıdan çok güzel bir noktadan yakalanmış. İş hayatı o kadar hayat değil ki, gözümüzü açtığımız anda 15-20 sene ardımızda kalmış ve biz eski fotoğraflarımıza bakarken buluyoruz kendimizi.

Fakat Onur saylak Boğa Boğa filminde beni açmadı diyebilirim. Belki de dizilerini daha çok seviyorum.

THE CROWN - Tahtın gölgesindeki ağırlık

0 yorum | Şarkıları dinle...

  

The Crown, İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth'in saltanatını anlatan tarihi bir drama dizisidir. Dizi, 1947'den 1990'ların başlarına kadar olan dönemi kapsar ve kraliyet ailesinin özel ve siyasi hayatını gösterir. Dizi, Peter Morgan tarafından yaratılmış ve Netflix için Left Bank Pictures ve Sony Pictures Television tarafından üretilmiştir.

Dizi, her iki sezon için yaşlanma sürecine uygun olarak oyuncuları değiştirir. İlk iki sezonda Kraliçe'yi Claire Foy, Prens Philip'i Matt Smith ve Prenses Margaret'i Vanessa Kirby canlandırır. Üçüncü ve dördüncü sezonda Kraliçe rolünü Olivia Colman, Prens Philip rolünü Tobias Menzies ve Prenses Margaret rolünü Helena Bonham Carter devralır. Ayrıca Prens Charles rolünde Josh O'Connor, Lady Diana Spencer rolünde Emma Corrin ve Margaret Thatcher rolünde Gillian Anderson da diziye katılır. Son iki sezon için Kraliçe rolünü Imelda Staunton, Prens Philip rolünü Jonathan Pryce ve Prenses Margaret rolünü Lesley Manville üstlenirken, Prens Charles rolünü Dominic West ve Prenses Diana rolünü Elizabeth Debicki oynayacaktır.

Olivia Colman, The Crown dizisinde Kraliçe II. Elizabeth'i üçüncü ve dördüncü sezonda canlandıran İngiliz bir oyuncudur. Bu rolüyle hem eleştirmenlerden hem de izleyicilerden büyük beğeni toplamıştır. Ayrıca bu rolüyle bir Altın Küre Ödülü ve bir Emmy Ödülü kazanmıştır. Colman, Kraliçe'nin yaşlanma sürecini ve siyasi ve kişisel zorluklarla başa çıkmasını başarıyla yansıtmıştır. Colman'ın oyunculuğu, Claire Foy'un canlandırdığı genç Kraliçe ile kıyaslanmış, ancak Colman'ın kendine özgü bir tarzı olduğu da kabul edilmiştir. Colman, dizideki rol arkadaşları Helena Bonham Carter, Josh O'Connor, Emma Corrin ve Gillian Anderson ile de iyi bir uyum yakalamıştır.

The Crown dizisinin yaratıcısı ve başlıca senaristi Peter Morgan'dır. Morgan, bu diziyi 2006 yılında yazdığı The Queen filmi ve özellikle 2013 yılında sahneye koyduğu The Audience oyunundan geliştirmiştir. Morgan, dizinin 50 bölümünü yazmıştır. Ayrıca dizinin yapımcıları arasında da yer almaktadır. Morgan'ın daha önce yazdığı diğer eserler arasında Frost/Nixon, The Last King of Scotland, The Damned United ve Rush bulunmaktadır.

The Crown dizisinin yönetmenleri arasında Stephen Daldry, Philip Martin, Julian Jarrold, Benjamin Caron, Jessica Hobbs, Christian Schwochow, Paul Whittington, Philippa Lowthorpe, Samuel Donovan, May el-Toukhy, Alex Gabassi ve Erik Richter Strand yer almaktadır. Daldry ve Martin aynı zamanda dizinin yapımcıları arasındadır. Daldry'nin daha önce yönettiği filmler arasında Billy Elliot, The Hours ve The Reader bulunmaktadır. Martin'in daha önce yönettiği diziler arasında Prime Suspect: The Final Act, Wallander ve Mo bulunmaktadır.

The Crown dizisi hakkında kraliyet ailesinin resmi bir yorumu yoktur. Ancak bazı üyelerin diziyi izledikleri ve hakkında konuştukları bilinmektedir. 

- Kraliçe'nin iletişim sekreteri, kraliyet ailesinin The Crown hakkında yorum yapmadığını ve diziyi izleyip izlemediklerini söylemediğini New York Times'a bildirmiştir. Ancak güvenilir raporlar, Kraliçe'nin ilk sezonu izlediğini ve "gerçekten beğendiğini", ancak bazı şeylerin "aşırı dramatize edildiği" konusunda endişeleri olduğunu desteklemektedir.

- Prenses Eugenie, 2017 yılında Hello dergisine dizinin "birkaç bölümünü" izlediğini ve "çok güzel çekildiğini" söylemiştir. Ayrıca kendisini The Crown'da canlandırmasını istediği aktris olarak Kate Beckinsale'i seçmiştir.

- Prenses Anne, ITV'nin 2020 yılında yayınladığı "Anne: The Princess Royal At 70" belgeselinde dizinin bazı eski bölümlerini izlediğini söylemiştir. Dizide kendisini canlandıran Erin Doherty'nin saçlarını yapmak için iki saat harcadığını duyduğunda ise inanamadığını belirtmiştir.

- Diana'nın kardeşi Charles Spencer, ailesinin Althorp House malikanesinde The Crown'ın çekimine izin vermediğini söylemiştir. Diana bu malikanede büyümüş ve buraya gömülmüştür.

- Meghan Markle, 2017 yılında Vanity Fair'e verdiği röportajda Prens Harry ile tanışmadan önce The Crown'ı izlediğini söylemiştir.

- Prens Harry, 2021 yılında James Corden ile yaptığı röportajda The Crown'ın "kurgusal" olduğunu ancak "kraliyet ailesinin yaşadığı basınç ve duyguları" doğru bir şekilde yansıttığını söylemiştir. Ayrıca kendisini The Crown'da canlandırmasını istediği aktör olarak Damian Lewis'i seçmiştir.

Benzer diziler; Downton Abbey, The Tudors, Victoria, The Great, Bridgerton olarak sayılabilir. İzleyiciler bu dizileri de sevebilir.

Dizinin bir bölümünde Türk bir karakter adında geçici bir role yer verilmiştir. Fakat bahsi geçen Türk'ü oynayan oyuncu yabancıdır. Dizi çekilmeye başlandığında ve bir çok sezonu yayınlandığında kraliçe hayatta idi. Son sezonu daha sonra yayınlanmıştır. Kraliyeti anlatan bir çok film ve dizi olmasına rağmen hayli sürükleyicidir. Dizinin tüm sezonunu izlediğinizde artık size kraliçe dendiğinde Olivia Colman aklınıza gelecektir.

Yorumlar:

- BBC'den Hugh Montgomery, dizinin beşinci sezonunu "sürükleyici, ama kötü anlatılmış bir pembe dizi" olarak nitelendirmiştir. Montgomery, dizinin oyunculuklarını ve prodüksiyonunu övmekle birlikte, senaryonun giderek tembel ve tarihsel gerçekleri çarpıtan bir hale geldiğini eleştirmiştir.

- New York Times'tan Mike Hale, dizinin beşinci sezonunu "kraliyet ailesinin en düşük noktasını gösteren" olarak tanımlamıştır. Hale, yeni kraliçe Imelda Staunton'un "muhteşem" olduğunu ve Elizabeth Debicki'nin Diana rolünde "parladığını" yazmıştır. Ancak Hale, dizinin Charles ve Diana odaklı olduğunu ve Peter Morgan'ın alegorik anlatımının karakter gelişimine zarar verdiğini belirtmiştir.

- CNN'den Brian Lowry, dizinin beşinci sezonunu "hala oldukça iyi" olarak değerlendirmiştir. Lowry, dizinin yeni oyuncularının başarılı olduğunu ve kraliyet ailesinin 1990'lardaki krizlerini ilgi çekici bir şekilde sunduğunu söylemiştir. Ancak Lowry, dizinin daha önceki sezonlarının daha yüksek standartlarda olduğunu ve beşinci sezonun bazı bölümlerinin uzun ve sıkıcı olduğunu ifade etmiştir.



DOWNTON ABBEY - Sınıfların aşkı ve savaşı

0 yorum | Şarkıları dinle...

  

Downton Abbey, 20. yüzyılın başlarında İngiltere'de yaşayan soylu Crawley ailesi ve onlara hizmet eden çalışanların hayatlarını anlatan tarihi bir drama dizisidir. Dizi, 1912'den 1926'ya kadar olan dönemi kapsar ve kraliyet ailesinin de bazen dizide yer aldığı bu dizi, tarihi olaylara ve sınıf çatışmalarına değinir. 

Dizi 1800'lerin ihtişamlı görüntüsünün diğer yanını başarıyla yansıtmaktadır. Aksiyonlar olmadan da bir dizinin ne kadar sürükleyici olabileceğini, her oyuncunun zihinlerde ayrı özel bir yer edindiğini göreceksiniz. Özellikle de soğuk ve etkileyici Michelle Dockery'nin.

Dizi, altı sezon ve bir film olarak yayınlanmıştır ve toplam 52 bölümden oluşmaktadır. Dizinin oyuncu kadrosunda şu isimler yer almaktadır:

- Maggie Smith: Violet Crawley (Dowager Countess of Grantham)

- Hugh Bonneville: Robert Crawley (Earl of Grantham)

- Elizabeth McGovern: Cora Crawley (Countess of Grantham)

- Michelle Dockery: Mary Crawley (Lady Mary Talbot)

- Laura Carmichael: Edith Crawley (Lady Edith Pelham)

- Jessica Brown Findlay: Sybil Crawley (Lady Sybil Branson)

- Dan Stevens: Matthew Crawley

- Lily James: Rose MacClare (Lady Rose Aldridge)

- Jim Carter: Charles Carson (Butler)

- Phyllis Logan: Elsie Hughes (Housekeeper)

- Joanne Froggatt: Anna Bates (Head Housemaid)

- Brendan Coyle: John Bates (Valet)

- Robert James-Collier: Thomas Barrow (Under Butler)

- Sophie McShera: Daisy Mason (Assistant Cook)

- Lesley Nicol: Beryl Patmore (Cook)

- Penelope Wilton: Isobel Crawley

- Allen Leech: Tom Branson

- Matthew Goode: Henry Talbot

-Downton Abbey, televizyon eleştirmenlerinden övgü alarak birçok ödül kazanmıştır. Dizi, 2011 yılında Guinness Rekorlar Kitabı tarafından en çok beğenilen İngilizce televizyon dizisi olarak tanınmıştır.

Televizyondan sinemaya başarılı bir geçiş yapabilen nadir dizilerden biridir. 2019 yılında vizyona giren ilk filmi dünya çapında 150 milyon poundun üzerinde hasılat yapmıştır. Dizinin başrol oyuncusu Hugh Bonneville'ın dediği gibi, Bridgerton gibi dönem dizilerine ilham kaynağı olmuştur. Bonneville, Insider'a verdiği röportajda Downton Abbey'nin ilk yayınlandığında eleştirmenler tarafından küçümsendiğini ancak altı sezon sürdüğünü ve iki tane de film çekildiğini söylemiştir.

Dizi, soylu bir aile ile onlara hizmet eden çalışanların hayatlarını göstererek, sınıf farklılıklarının hem birlikte yaşamayı hem de aşkı nasıl etkilediğini vurguluyor. 

20. yüzyılın başlarında yaşanan tarihi olaylara ve bunların kraliyet ailesi ve İngiliz toplumu üzerindeki etkilerine değinir. Dizi, Birinci Dünya Savaşı, İrlanda Bağımsızlık Savaşı, Kadın Hakları Hareketi, Ekonomik Bunalım gibi olayların hem bireysel hem de toplumsal sonuçlarını gösterir.

Kraliyet ailesinin hem özel hem de siyasi hayatını göstererek, onların da sıradan insanlar gibi duyguları, zaafları ve sorunları olduğunu vurguluyor. Aynı zamanda dizi, kraliyet ailesinin geleneklere ve protokollere bağlılığının hem bir güç hem de bir zorluk kaynağı olduğunu göstermektedir.

Downton Abbey dizisine benzer diziler olara; The Durrells, Belgravia, The Tudors, Sandition, War & Peace sayılabilir.

1800'lü yıllarda geçen çok dizi izledim fakat bu dizinin karakterleri yaşamıma sızdı adeta.

Bazı dizi ve filmleri izledikten sonra o insanlara alışıyorum ve bu kez nerede oynamışlarsa o yapımları izlemeye koyuluyorum. Bazen hepsinde başarılı bulmaya devam ediyorum, bazen de bir rolün bir oyuncuya neler katabileceğin, aradaki farkı anlıyorum.

Eğer aksiyon olmadan da özellikle insan ilişkilerine özel bir dizi izlemeyi seviyorsanız, yüksek ihtimalle bu diziyi seveceksiniz.


ANNE WITH AN E - Hayallerinin peşinde umut dolu bir kız çocuğu

0 yorum | Şarkıları dinle...

  

Anne with an E, Kanada yapımı bir drama dizisidir. Dizi, Lucy Maud Montgomery'nin Yeşilin Kızı Anne adlı romanından uyarlanmıştır. Dizi, 1890'lı yıllarda Kanada'da yaşayan yetim bir kız olan Anne Shirley'nin hayatını anlatır. Anne, evlenmemiş iki kardeş olan Matthew ve Marilla Cuthbert tarafından evlat edinilir ve Green Gables adlı çiftlikte yaşamaya başlar. Dizi, Anne'in hem kendini hem de ait olduğu yeri bulma yolculuğunu gösterir.

Dizinin başrolünde Anne Shirley karakterini canlandıran Amybeth McNulty yer almaktadır. McNulty, İrlandalı-Kanadalı bir aktristir ve Anne rolü için 1800 kişi arasından seçilmiştir. Dizide ayrıca Geraldine James (Marilla Cuthbert), R.H. Thomson (Matthew Cuthbert), Lucas Jade Zumann (Gilbert Blythe), Dalila Bela (Diana Barry), Corrine Koslo (Rachel Lynde), Aymeric Jett Montaz (Jerry Baynard) gibi oyuncular da rol almaktadır.

Dizideki bütün karakterler kendinize yakın bulacağınız, samimi hissettiren türden.

Anne Shirley hayal gücü ve tutkusuyla dolu bir çocuktur. Yaşadığı zorluklara rağmen hayata pozitif bakmayı ve kendini geliştirmeyi başarır. Dizide Anne'in maceraları hem eğlenceli hem de duygusal anlar yaşatıyor.

Dizi diğer taraftan 19. yüzyılın sonunda Kanada'da yaşanan toplumsal ve kültürel değişimleri yansıtmaktadır. Kadın hakları, ırkçılık, eğitim, aile gibi konulara değinir. Hem tarihi hem de güncel meselelere ışık tutar. Basit gibi görünen, kolay izlenen fakat içerik mesajları olarak güçlü bir dili olan yapımdır.

Dizi Anne Shirley'nin etrafındaki karakterlerle kurduğu ilişkileri gösterir. Anne'in Matthew ve Marilla ile olan aile bağını, Gilbert ile olan romantik ilişkisini, Diana ile olan dostluğunu ve diğer karakterlerle olan etkileşimlerini anlatır. Dostluk, aidiyet gibi temaları işler.

Anne Shirley'i canlandıran Amybeth McNulty, dizide çok başarılı bir performans sergilemiştir. McNulty, Anne'in hem neşeli hem de hüzünlü anlarını çok iyi yansıtmıştır. McNulty, Anne'in hayal gücüne, tutkusuna ve zekasına hayat vermiştir.

McNulty, Anne rolü için çok uygun bir seçim olmuştur. McNulty'nin kızıl saçları, çilleri ve yeşil gözleri Anne'in fiziksel özelliklerine çok benzemektedir. McNulty'nin ses tonu ve vücut dili de Anne'in karakterine çok uymaktadır. 

McNulty, dizideki diğer oyuncularla da çok iyi bir uyum yakalamıştır. McNulty'nin Matthew ve Marilla ile olan sahneleri çok duygusal ve samimi olmuştur. McNulty'nin Gilbert ile olan sahneleri ise çok romantik ve tatlı olmuştur. McNulty'nin Diana ile olan sahneleri de çok eğlenceli ve komik olmuştur.

Dizinin ilk bölümlerinde size çocuk yapımı izliyormuş hissi verse de devam etmenizi tavsiye ederiz. İlerleyen bölümlerde bu kız çocuğuna bu rol için var olduğunu inanacak kadar seveceksiniz.


A STAR IS BORN - Bir yıldızın doğuşuyla bir aşkın batışı

0 yorum | Şarkıları dinle...

  

A Star Is Born, Bradley Cooper'ın yönettiği ve başrolünü oynadığı 2018 yapımı bir romantik dram filmidir. Filmde Cooper'a Lady Gaga, Dave Chappelle, Andrew Dice Clay ve Sam Elliott eşlik ediyor. Film, alkol ve uyuşturucu bağımlılığıyla mücadele eden ünlü bir müzisyenin (Cooper) genç bir şarkıcıyı (Gaga) keşfedip ona aşık olmasını konu alıyor. Film, 1937'de çekilen orijinal film ve 1954 ve 1976'da yapılan uyarlamaların ardından aynı hikayenin dördüncü sinema versiyonudur.

Filmdeki oyuncular:

- Bradley Cooper - Jackson "Jack" Maine

- Lady Gaga - Ally Campana

- Sam Elliott - Bobby Maine

- Andrew Dice Clay - Lorenzo Campana

- Dave Chappelle - George "Noodles" Stone

- Film, hayallerini gerçekleştirmek için kendine güvenmenin ve kendin olmanın önemini vurguluyor. Ally, başkalarının onu değiştirmesine izin vermeden kendi sesini ve tarzını buluyor. Jack ise ona cesaret veriyor ve onu destekliyor.

- Zihinsel sağlığın ciddiyetini ve alkolizmin yıkıcı etkilerini gösteriyor. Jack, çocukluk travmaları ve ünlü olmanın yalnızlığı nedeniyle bağımlılıkla mücadele ediyor. Ally ise onun acısını paylaşıyor ve onu kurtarmaya çalışıyor. Ancak Jack'in intiharı, hem Ally'i hem de izleyiciyi derinden sarsıyor.

- Kadın başarısı ve erkek çöküşü arasındaki ilişkiyi inceliyor. Ally'nin yükselişi, Jack'in düşüşüne eşlik ediyor. Jack, Ally'nin kariyerine zarar vermemek için kendini feda ediyor. Ally ise onun anısına sahneye çıkıyor ve onun soyadını kullanıyor. Film, kadınların erkeklerden bağımsız olarak var olamayacağına dair eski bir kalıbı sorgulatıyor.

A Star Is Born, romantik dram türünde bir film olduğu için bu türü sevenler için ideal bir seçim olabilir. Müzikal performanslar, duygusal sahneler ve gerçekçi karakterler sunuyor. Aşkın gücünü ve acısını anlatıyor. Ünlü olmanın getirdiği zorlukları, bağımlılığı, yalnızlığı ve fedakarlığı gösteriyor. Aynı zamanda bir klasik hikayenin modern bir yorumu olduğu için film tarihiyle ilgilenenler için de ilgi çekici olabilir. Lady Gaga ve Bradley Cooper'ın hayranları için de kaçırılmayacak bir film olabilir.

Müzik severleri duygusal olarak daha derinden etkileyebileyecek bir film olduğunu söyleyebiliriz.

Yorumlar:

- Film, Lady Gaga ve Bradley Cooper'ın harika oyunculukları, müzikleri ve kimyasıyla izleyicileri büyülüyor¹². Film, klasik bir hikayeyi modern bir şekilde yorumluyor ve duygusal bir etki yaratıyor.

- Film, ilk yarısında daha güçlü ve etkileyici iken, ikinci yarısında biraz zayıflıyor. Ally'nin pop yıldızı oluşu ve Jack'in çöküşü arasındaki dengeyi tutturmakta zorlanıyor². Bazı sahneler gereksiz uzun veya abartılı görünüyor.

- Film, ünlü olmanın getirdiği zorlukları, bağımlılığı, yalnızlığı ve fedakarlığı gösteriyor. Film, aşkın gücünü ve acısını da seyirciye hissettiriyor. Film, son sahnesiyle izleyicileri gözyaşlarına boğuyor.

Başarısı:

- Film, eleştirmenlerden ve izleyicilerden büyük beğeni topladı. Film, oyunculuk, yönetim, senaryo, görüntü yönetimi ve müzik alanlarında övgü aldı. Film, duygusal bir etki yarattı ve seyircileri gözyaşlarına boğdu.

- Gişede de büyük bir başarı elde etti. 36 milyon dolarlık bütçeye karşılık 436.2 milyon dolar hasılat yaptı. Film, dünya çapında en çok izlenen filmler arasına girdi.

- Birçok ödül ve adaylık kazandı. Film, 91. Akademi Ödülleri'nde 8 dalda aday gösterildi ve En İyi Özgün Şarkı ödülünü \"Shallow\" ile kazandı¹³. Film, 76. Altın Küre Ödülleri'nde 5 dalda aday gösterildi ve yine En İyi Özgün Şarkı ödülünü \"Shallow\" ile kazandı. Film, Grammy Ödülleri'nde 7 dalda aday gösterildi ve 4 ödül kazandı. Film, BAFTA Ödülleri'nde 7 dalda aday gösterildi ve En İyi Özgün Müzik ödülünü kazandı.


Benzer filmler:

- Once (2007): Bir sokak müzisyeni ve bir göçmen kadının müzik yaparak aşkı bulmasını anlatan duygusal bir film.

- Beyond the Lights (2014): Ünlü bir pop yıldızının hayatını kurtaran bir polis memuruyla olan ilişkisini konu alan romantik bir dram.

- Begin Again (2013): Bir müzik yapımcısı ve bir şarkı yazarının New York'ta yeni bir başlangıç yapmaya çalışmasını anlatan sıcakkanlı bir film.

- Walk the Line (2005): Efsanevi country şarkıcısı Johnny Cash'in hayatını ve June Carter'la olan aşkını anlatan biyografik bir film.

- Music and Lyrics (2007): Bir pop yıldızı için şarkı yazmaya çalışan eski bir müzisyen ve söz yazarı olan bir kadının komik ve romantik maceralarını anlatan eğlenceli bir film.


BOĞA BOĞA

0 yorum | Şarkıları dinle...

  

Huzur arayanların kâbusa dönüşen hiyâyesi

Boğa Boğa filmi, İstanbullu iş adamı Yalın'ın finansal bir skandal sonrası eşi Beyza ile birlikte Assos'a yerleşmesi ve burada yaşadığı gerilimli olayları konu alıyor. Filmin başrollerinde Kıvanç Tatlıtuğ (Yalın) ve Funda Eryiğit (Beyza) yer alıyor. Filmin yönetmeni Onur Saylak, senaristi ise Hakan Günday. Filmin çekimleri Çanakkale'nin Assos'a bağlı köylerinde yapılmış. Filmin ilk gösterimi 15 Nisan 2023'te 42. İstanbul Film Festivali'nde yapılmıştır. Film, Netflix'te yayınlandığı hafta en çok izlenen film oldu.

Akıcı bir film olmadığını söyleyebilirim.
Sanat filmlerinde doğanın sesini, sessizliğini dinlemeye alışkın olsak da bu film nedense izlerken beni ne gerdi ne heyecanlandırdı. Yalın'ın aslında sorunlarından kaçmak için konakladığı ıssız sayılabilecek bir yerde sorunlarının içinden çıkmaya çalıştıkça istemeden batışına şahit oluyoruz. Filmin başından beri bir para mevzusu hakim. Yalın o para yüzünden battı, derken finalde her şey tersine dönüyor. Tabi ki para sayesinde. Finali iyi bağlanmış, çok iyi oyunculuğun izlenebileceği, sıkıcı bir film de denebilir.



10.000 KM

0 yorum | Şarkıları dinle...

 

10.000 Km (2014) filmi, biri Barselona’da diğeri Los Angeles’ta yaşarken ilişkilerini yürütmeye çalışan bir çiftin hikayesini anlatıyor. Teknoloji aracılığıyla iletişim kurmaya çalışan Alex ve Sergi, aralarındaki mesafenin aşklarını etkilemesinden korkuyor. Film, Carlos Marques-Marcet tarafından yönetilmiş ve senaryosu Clara Roquet ile birlikte yazılmıştır. Başrollerde Natalia Tena ve David Verdaguer oynamaktadır. 

Film, birçok ödül kazanmış ve beğeni toplamıştır. Avrupa Film Ödülü adaylığı da dahil olmak üzere 20’den fazla festivalde ödüller almıştır. Özellikle filmdeki oyunculuklar, yönetmenlik ve senaryo övgü görmüştür. Film, aynı zamanda SXSW Film Festivali’nde Özel Jüri Ödülü’nü kazanmıştır. uzun mesafeli ilişkilerin zorluklarını ve teknolojinin rolünü gerçekçi bir şekilde yansıttığı için izleyiciler tarafından da ilgiyle karşılanmıştır. Filmin başında birbirine tutkuyla bağlı olan bir çift görürüz. İşine olan sevgisi sebebi ile 1 yıllık bir süre için yurt dışına gitmek zorunda olan Alex'in ayrılıklarının ilk günlerinden ilerleyen günlerine kadar ilişkilerinin ne kadar değiştiğini, istemeseler de soğuduğunu görürüz. Her şeye rağmen bu ilişkiyi sürdürebilecekler midir?

Filmde uzun mesafeli ilişkilerin zorluğu ve teknolojinin hem yardımcı hem de engel olabileceği vurgulanmaktadır. Filmdeki çift, birbirlerine bağlı kalmak için teknolojiyi kullanıyorlar, ancak bu da aralarındaki fiziksel yakınlığı ve duygusal uyumu kaybetmelerine neden oluyor. Film, aşkın mesafeye dayanabilmesi için sadece iletişimin yeterli olmadığını, ortak hayallerin ve hedeflerin de önemli olduğunu gösteriyor.

Benzer filmler:

  • Anchor and Hope (2017): İki kadın ve bir erkek arasındaki ilişkiyi konu alan bir komedi-dram filmi.
  • Sevgililerimiz (2016): Bir yazarın eski sevgilisiyle yeniden bir araya gelmesini ve yeni sevgilisiyle yaşadığı sorunları anlatan bir romantik komedi filmi.
  • Aşk Benim Soyadım (2021): Bir çiftin evliliklerini kurtarmak için yaptıkları terapi seanslarını ve komik maceralarını anlatan bir komedi filmi.
  • Ağır Romantik (2020): Bir adamın hayatının aşkını bulmak için girdiği çılgın ilişkileri anlatan bir romantik komedi filmi.
  • Seni Uzaktan Sevmek (2010): Bir çiftin New York ve San Francisco arasında yaşadığı uzun mesafeli ilişkiyi anlatan bir romantik dram filmi.

TERZİ - Sırların açtığı yaraları diken aşk

0 yorum | Şarkıları dinle...

  

Terzi, oyuncuların da etkisi ile hayli bahsedilen bir dizi oldu son dönemde. Bunun için bir dizi izlemem ama açıkçası Salih Bademci'nin Kulüp gibi şahane bir yapımdan sonra çıtayı nereye getirdiğini merak ettiğim için bile izlemeye değerdi. Künyeye bakmamıştım meğer TV dizilerinin vazgeçilmezi psikiyatr, yazar Gülseren Budayıcıoğu dijitale de el atmış. Hepsini izlemedim tabi fakat kendisini anınca İstanbullu Gelin kadar hiçbirinin güzel olmayacağına eminim. 

Oyunculardan devam edersek, Olgun Şimşek Çağatay Ulusoy yani Peyami'nin zihinsel olarak rahatsız babasını oynuyor. Çok zor bir rol fakat kime vereceklerini iyi bilmişler. Adına yakışır bir performans sergiliyor. Genç bir adamın babasına 6 yaşında bir çocuk gibi davranmak zorunda kalması, babasının ona baba diye seslenmesi zaten başlı başına bir dram. Anne babanın yaşlandıkça çocuklaşması ve çocukların bir yerden sonra onların anne babası gibi olması ile ilişkilendirildiğinde daha etkileyici bir hal alıyor tabi. Çağatay Ulusoy'u izlemeyeli epey olmuş. Medcezir'de çocuktun daha elimizde büyüdün kerata diyesim var. Esasen o da oyunculuğunu konuşturmuş ama bana yaşına göre fazla "ağır yapmış" gibi geldi. Yani bi 40'lı yaşlardaki ağır abi gibi oynamış. Ya da öyle rol biçmişler.

Dizinin en beğendiğim şeyi isim logosu oldu. Bayıldım.

Dizideki sahneler gereği geçen defiledeki kıyafetler olsun, genel dizi kostümleri de çok güzeldi. Hikaye üzerinden yorumlarsak, çocukluk travmalarının yetişkin davranışlarını belirlediği bir gerçek evet fakat Peyami, Dimitri senin tek ve en eski arkadaşın diye bütün psikopatlıklarını gereksiz bir sabırla karşılamak, adeta üstünü örtüp geçmek doğru mu sence? Annesi ayrı şımartıyor sen ayrı. Böyle psikopatlar ondan sonra gidip bir kadının canına hayatına mal oluyor.  Dimitri zaten toplumdaki bazı psikopat erkekleri çok güzel temsil etmiş. Bir bakıyorsun ceketini çıkartıp sokak köpeğine örtüyor üşümesin diye. Ah diyorsun ne kadar melek kalpli bir insan. Bir bakıyorsun nişanlısını sandığa kapatmış.
İşte karısına kızına da böyle davranan ve buna tekrar tekrar aldanan kadınlarımız var maalesef. İkinci sezonu Temmuz'da imiş.
Akıcı bir dizi denebilir. İki akşamda bitirdim ama dizinin tahmin edilebilir klişeleri ve bu da olmaz dediğim sahnelerden dolayı o zaman izler miyim bilmem.
Bir de çekimlerde o baş döndüren hızlı kamera hareketleri neydi öyle yahu? Vertigo yaptınız insanı.


MÜJDEMİ İSTERİM - Katil, nişanda nişan alınca...

0 yorum | Şarkıları dinle...

  

Müjdemi İsterim filmi çerezlik komedi yerli filmlerden biri. Ecem Erkek her zamanki gibi bana bakınca bile gülebildiğim bir oyunculuk sunuyor. Pek de sempatik. Biraz absürd biraz macera biraz komedi yuvarlanıp gidiyor film. Çok komik de değil ama bir yerinde sesli güldüğümü hatırlıyorum neresiydi bilemedim : )

Aslında bütün olayalar nişan etkinliğinde işlenen bir cinayetle başlıyor. Kim yapmış kim kimi seviyormuş, kıskandırıyormuş derken bir bakıyoruz sevenler başkasını sever olmuş. Filmin sonunda devam filmi çekileceğini de göz kırpıyor.

Filmin yönetmeni Ömer Faruk Yardımcı. Senaryosunu ise Ömer Faruk Yardımcı ve Olcay Onur Kaya'ya ait. Filmin başrollerinde Ahmet Kural, Ecem Erkek ve Mehmet Özgür yer alıyor.

Bulut, nişanından bir gün önce eski sevgilisiyle karşılaşır ve onun hamile olduğunu öğrenir. Genç kadın, Bulut'u nişanlısından ayrılmazsa basına konuşmakla tehdit eder. Bulut, nişandan kaçmaya karar verir ancak arabasında gizlenen Müjde ile karşılaşır. Kısa süre sonra nişanda bir cinayet işlendiğini öğrenirler ve polis peşlerine düşer. Masumiyetlerini kanıtlamak için cinayeti çözmeye çalışırlar.



DEVRİMDEN SONRA

0 yorum | Şarkıları dinle...

  

Film, Türkiye'de gerçekleşen bir sosyalist devrimin ardından günlük hayatın değişimi konu ediliyor. Hayatın her alanındaki değişimin yansımaları sıradan insanların gözüyle irdeleniyor. İktidarın el değiştirmesinin ardından ülkeden kaçmaya çalışan bir burjuva aile, toprakların kolektifleştirilmesinin ardından şaşkınlık yaşayan köylüler, kirayı ödeyemeyen bir kiracının ev sahibiyle başından geçenler, Afganistan'daki ISAF bünyesinde görev yapan Türk askerlerinin yaşadıkları, yalnız yaşayan yaşlı bir kadının hayatının değişmesi, fabrikaları kamulaştırılan tekstil işçilerinin yaşadıkları, devrim yanlısı bir aydını öldüren katilin başından geçenler ve sağlık sorunları olan emekli bir işçinin yaşadıkları anlatılır.

Oyuncular: Cezmi Baskın, Metin Coşkun, Fırat Tanış, Altan Gördüm, Aytaç Arman, Mert Fırat, Şerif Sezer, Orhan Aydın, Emin Gürsoy, Belit Özükan

Film, 2011 yılında vizyona girmiş ve 15 haftada 51.934 kişi tarafından izlenmiştir. Film, 418.257 TL hasılat elde etmiştir.




DOKTOR GARCIA'NIN HASTALARI- İdealist bir doktorun savaşı

0 yorum | Şarkıları dinle...

  

Dizide, 1936'da Madrid'de yaralı bir casusu evine alan ve faşizmin yayılmasına karşı uzun yıllardır verilen mücadeleye katılan idealist doktorun hayatı anlatılıyor. Dizi, İspanya İç Savaşı ve Franco döneminin karanlık yüzünü gözler önüne seriyor.

Dizinin başrol oyuncuları Javier Rey, Tamar Novas ve Verónica Echegui'dir.

Konusu gereği de dizinin genelinde düşünce suçu, sömürü, tarihin tekerrürü, zor koşullarda ve diktatörlerin olduğu bir dünyada fikir ve bedenen var olmaya çalışan insanları anlatıyor. 10 bölümlük dizide sürecin başından sonuna doğru olanlara sırasıyla şahit oluyoruz. Gençlik dönemlerinde izlemeye başladığımız karakterlerin yaşlılık dönemi ile kendince güzel bir final yapıyor.

Bu tür dizilerde farklı ülkelerde farklı zamanlarda yaşanan olayların sadece o ülkelere ve zamana ait olmadığını anlayabilirsiniz. Oyuncular da sade, doğal abartısız oyunculukları ile gerçekçiğe eşlik ediyor.

Dizinin sinematografik renkleri bu derece güzel olmasa belki sıkıcı ve durağan bir diziye dönüşebilirdi.

Ekleyebileceğim tek eleştiri, sevişme sahnelerinin sanki mecburen konulmuş gibi yapaylığı ve iticiliği oldu. Belki bu da o ortamdaki duygu yoksunluğunun ve akıp giden hayatta hızlı yaşayabilme çabasının bir parçasıdır bilemiyorum.

Sonuç itibarı ile tarih bilgisi çok da iyi olmayanları özellikle düşündürecek, araştırmaya sevk edebilecek, yerinde bir dizi olmuş. Ders alınması dileğiyle...



TATAVLADA SON DANS - Gitmek mi zor, kalmak mı?

0 yorum | Şarkıları dinle...

  

Tatavlada Son Dans tiyatro oyununda, Deniz Çakır ve Sumru Yavrucuk 6-7 Eylül olayları dönenimde yaşayan iki kadını oynuyor.

Oyun Bakırköy'ün yeni mekanı HoP, House Of Performance merkezi'nde izlediğim ilk oyun oldu.

Bu vesile ile mekanı da müjdelemiş olayım. Eski Avşar sineması artık şahane bir sanat mekanına dönüştü. Çıkın çıkın gidin. Biletleri Biletiva'dan ve Biletix'ten, yakında da kendi sitelerinden alabilirsiniz.

Belki mekanla ilgili ayrı bir yazı yazarım. Şimdilik oyundan bahsedersem... Pandemi döneminde o kadar eve kapandım ve kapalı mekan etkinliklerinden kaçındım ki. Bu son üç yılda ilk olarak açık havada Akciğer oyununu, sonra Ankara Devlet Tiyatroları'nın Sefiller Oyunu izledim. Bu üçüncü oldu. Mekanın da çok merkezi olmasının etkisi büyük.

Oyundan bahsedecek olursam, elbette kendi izlenimlerim. Eleştirmen değilim. Sevdiğim yanlarından biri oyundaki erkeklerle ilgili bir şarkıydı :) Müzik olmamasına rağmen ikili çok güzel canlandırarak keyifle söyledi. Kadın ve erkek için toplumda yerleşen bakış açısını tersine çevirmeye yönelik ifadelere yer verilmesi güzeldi. Oyunun dram ve komedisi dengeli. Çok mu dramatik ya da komik mi derseniz neşeyi kaybetmeden dram sahnelendiğini söyleyebilirim. Sumru Yavrucuk oyunculuğu çok içten. Kostümleri beğendim. Işıklandırma ile hareketlendirilen, arada barkovizyon olarak kullanılan sade bir dekoru var. Taksim civarında artık ayakta durmakta zorlanan bir Rum evi olarak tasarlanmış.

Buradan Deniz Çakır'a sesleniyorum. Gittikçe gençleşip güzelleşiyor olabilir misiniz acaba? Hele o ses tonu, sağlıklı parıl parıl saçlar... 

Oyun tek perde için biraz uzun geldi bana, iki perde yapılabilirdi.

Metnin espri anlayışı ortalama kesime hitap eden türdendi, ha gülümsetti mi evet ama verilen toplumsal mesajların da pek göze sokarcasına verilmesini sevmiyorum. Eski kuşak tiyatrocularda bu çoktur. Biraz derin ince işler daha çok ilgimi çekiyor.

Seyirciler arasında telefonları çalanlar oldu. Hayır birininki çalınca neden senin de aklına gelip sesini kıstın mı diye kontrol etmiyorsun seyirci? Neden yüzlerce insanı geriyorsun?

Bir de gerçekten her oyun ayakta alkışlanmaz yahu. Ayakta alkışlamanın bir farkı olmalı.

Mekanın çalışanları pek ilgili pek şekerdi. Hepsi sıralanıp uğurlarken kendimi düğünden çıkıyormuş gibi hissettim.

Tiyatro iyidir, her türlü. Gidin velhasıl.


AŞK, MARK VE ÖLÜM - Başka bir dünya mümkün mü?

0 yorum | Şarkıları dinle...

  

Bu filmin övgülerini gördüğümde ve hatta play tuşuna basana kadar belgesel olduğunu bilmiyordum. Bu kadar ilgimi çekeceğini de düşünmüyordum. Öncelikle arşivine sağlık Cem Kaya. O kadar eski yıllara ait gündelik hayattan şahane videolar nasıl çekilmiş nasıl ulaşılmış hayret doğrusu. Neden izleyelim? derseniz...

Belgeselin konusu Almanya'nın 1950'lerde ekonomik politikalarından dolayı başta Türkiye olmak üzere bir çok ülkeden işçi alması ile başlıyor. Mutlaka Türkiye'den her evin Almanya'da bir akrabası, tanıdığı vardır. İktisat  ve Sosyoloji eğitimi almış, müzik bağımlısı biri olarak belgeselin röntgenini çekerek izledim adeta. Bütün bu olan biten kapitalizm, ırkçılık, insan psikolojisi, toplum davranışları, müziğin insan hayatındaki hayati önemi gibi bir çok alt konuyu barındırıyor. Türkiye'den giden vatandaşların Almanya'da ağır şartlarda çalıştığını, dil bilmeden sudan çıkmış balık gibi adapte olmaya çalıştığını, hem Alman vatandaşları hem Türk vatandaşları tarafından ötelendiğini, arada kaldığını insanın içine oturtarak anlatıyor. Batsın bu dünya diyorsunuz içinizden. Aynı zamanda bu zor koşullarda var olma mücadelelerinde müziğe sarılmaları, Almanya eğlence ve müzik kültürüne nasıl katkı sağlandığını, o dönemlerde hangi sanatçıların ne kadar popüler olduğunu gösteriyor. Cem Karaca, Zeki Müren, İbrahim Tatlıses... ilk kez göreceğiniz video görüntüleri ile... Cem Karaca zaten Almanya'dan döndükten sonra mesela bir şarkı söyler, "Ben döneksem döndüm diye memleketime, döndüm baba döndüm işte oh be!" diye... Memleket özlemi sonunda...

Üzücü gerçeklerden biri de kayıttaki bir abinin dediği gibi, her şey değişiyor fakat ırkçılık baki kalıyor. İyi ki müzik var ve birbirine tutunabilen, bir araya gelebilen dostlar var. Her şeye rağmen...

LİSELİ - En baştan mı, kaldığı yerden mi?

0 yorum | Şarkıları dinle...

  

Filmi pek sevdiğim Juliette Binoche'yi görünce izlemek istedim. pandemi dönemine çekildiği belli olan, yani kapalı alanlarda izlemeyi rahatsız etmeyecek şekilde maskeli çekim yapılmış olması "olduğu gibi hayat" havası katmış. Bunu sevdim. Filmde asıl rol, hikayenin neredeyse tek kişi üzerine kurgulandığı Lucas yani Paul Kircher 'e düşüyor. Filmin ortasına kadar sıkıldığımı söyleyebilirim. Filmlerin hemen hepsinin üstlendiği, göze sokulan eşcinsellik misyonu da umarım beni sonunda homofobik yapmaz. Fakat bu filmde psikoloji ile de ilişkilendirilerek güzel işlendiğini söyleyebilirim. Ergenlik çağındaki bir gencin babasını trafik kazasında kaybetmesi ile atlatmakta zorlandığı hikayesini anlatıyor. Fakat filmin başından da belli ki Lucas zaten buluttan nem kapacak bir çocuk. Diğer çocuk da ondan çok büyük olmamasına rağmen, o da babasını kaybetmiş olmasına rağmen Lucas biraz ailenin fazla şımartılmış, acı çekmesini bile bilmeyen küçük çocuğu gibi gelmedi değil. Bir sahnede ağzına terlikle vurasım da geldi. Fakat bunlar ağır travmalar elbette orası bir gerçek. 

İzlesek mi derseniz, kaldıramayacakları bir acı karşısında insanların psikolojisini izlemek için bir örnek diyebiliriz. Sonu güzel ifade edilmiş ama yine de gardınızı alın derim.


NASİPSE ADAYIZ - Politika, siyaset ve gerçekler

0 yorum | Şarkıları dinle...

  

Film, herkesin bildiği fakat işleyişi değiştiremediği düzenin protototipi adeta.Ercan Kesal'ı izlemek benim için çok gerçekçi. Yeri ayrı. Başkası olsa sıkıcı gelebilirdi. Film politikaya nasıl bir tavırla girip gidişatta neleri yapmak durumunda kaldığı veya yaptığı ile ilgili politikanın kokusunu burnumuza yakacak derecede tüttürüyor. Vitrinde başka türlü, arka planda başka türlü dönen mevzular, insanları değiştiren gidişatlar, raconlar, çıkarcılar....

Gerçekleri bir kez daha iç çekerek izlemek isterseniz, bir de seçim döneminde üstelik... buyurunuz.

DOSTLARLA AKŞAM YEMEĞİ - Evlilik, aşk ve dostluk karmaşası

0 yorum | Şarkıları dinle...

  

Dostlarla Akşam Yemeği yeni mekanım Hop'ta (House Of Performance) sahnelenmeye başladığını zaten takip ettiğim bir oyundu. Hop ekibi yapımı olduğunu ve Özen Yula'nın yönettiğini biliyordum. Açıkçası diğer detaylara bakmaya bile gerek duymadan içimin darlandığı bir gün baktım yer var, son dakika kararla aldık biletleri arkadaşla hem dostlarla çay kahve hem oyun oldu. Çok da güzel oldu. Özge Borak, Ahmet Tansu Taşanlar, Derya Artemel ve Ümit Kantarcılar rol alıyor. Özge Borak'ı zaten Ata Demirer'le beraber filmlerinden izlemiştim keyifle. Açıkçası bu oyunda da bence farkını belli etti. Oyunda sahnenin kullanımını sevdim. farklı bölümlerini farklı sahneler için kullanmışlar. Oyunu neden izleyelim derseniz. Ben konuyu hiç bilmeden gittim fakat isabetli oldu benim için, çünkü ikili ilişkilere, insan ilişkilerine dayanan yapımları severim. Oyun bir yabancı metin olmasına rağmen evlilik kurumuna genel geçer bakış açıları ve ortak tepkiler farklı kültürlere de hitap edebilecek şekilde işlenmiş. Aslında oyun bir taraftan 40 yaş üstü bunalımı işleyen bir tablo çizerken, benim buradan çıkarttığım yorum evliliklerin kutsal olmadığı, her mutsuz insanın sebebi her ne olursa olsun tek taraflı bir karar da olsa ayrılma hakkı olduğu şeklindeydi. Yeter ki dürüst ve samimi olsun. Buradaki mevzu bahis kahramanımızın da bu konuda pek dürüst olduğu söylenemez açıkçası. Zira oyunun bir sahnesinde madem bunca yıldır yaşamadın ölüyordun da bunca yıldır mutlu rolü mü yaptın? sorusuna hayır cevabı ile geçiştirmesi çok samimiyetsizdi. Normal bir insan sorunlarını hiç yansıtmadığı gibi bir de mutlu rolü yaparak 15 yıl biriktirip bir anda ilişkiyi bitirmez. Sorun terk etmesinde değil buradaydı bana göre. Oyunun en sevdiğim sözlerinden biri de ne yazık ki, erkekler susar susar en son terk ederken dilleri çözülür minvalinde bir sözdü.


Velhasıl, evlenmekten boşanmaktan da öte iletişim ve karakter önemlidir. 




HERKES KOCAMA BENZİYOR - Pavyon tuvaletçisi Ayten Abla'nın başından geçenler

0 yorum | Şarkıları dinle...

  

Bu oyunu yakın bir arkadaşımın tavsiyesinin etkisi ile izlemek istedim. House Of Performance'ın bir alt kattaki sahnesinde idi. Konusu baştan ilgimi çekmişti bahsedilince zaten. Pavon tuvaletçisi anlatır da dinlenmez mi, izlenmez mi... 

Oyun diyoruz fakat ne doğru bilemiyorum. Neredeyse iç dekor, kostüm, ışık olmadan tek kişilik bir hikâye anlatımı da diyebiliriz. Hani konu itibarı ile açıkçası ben bir iki ışıldaklı dekor, değişik bir kostüm görmeyi ummuştum. Belki de yıllar önce Tiyatro Mola'nın Saadet Pavyonu oyunu etkisidir.

Oyun nasıldı? Zaten ustalar ödül vermiş ben sadece şahsi yorumumu ekleyeyim. Pınar Güntürkün daha salona girer girmez interaktif kişiliği ile varlığını gösterip işte o kişi, Ayten benim diyor. Nejet Ertaş'la başlıyor eğlance, sonra hem demleniyor Ayten abla hem anlatıyor. Gâh dertleniyor yanık bir türkü okuyor orta Anadolu ağzıyla, gâh kalkıp oynuyor, neşeleniyor. Ses tonu, sesi ve söyleyişi çok güzeldi. Hatta bazen fazla modern bile tınladı şiveyi çok iyi yapmasına rağmen. Anlatımın özellikle bazı sahnelerinin tarzını çok beğendim, oyunculuğunu konuşturduğu sahneler benim için onlardı, fakat başıma bişey gelmeyecekse, metinden dolayı sanırım, hiç ilgimi çekmeyen, çok duyulduk bilindik kalıplarla yapılan çok fazla anlatım da vardı. Hani oyunculuk farkı gerektirmeyen, didaktik gibi duran... Mesajları yerli yerinde idi. Zira eski kocasından çektiklerini, kendi özeleştiri ile dertleşerek anlattı. Güç verdi, umut verdi. Kadınların yaşadıkları dile getirilirken en önemli kısmı da bu olsa gerek. Yapabilirsiniz.

The Awakening of Motti Wolkenbruch - Hangi mezhebe gidersen git, aynı Tanrı değil mi?

0 yorum | Şarkıları dinle...

  

Film her ne kadar Ortodoks Yahudi bir genç adamın esneklik tanımayan gelenekler ile gönlünden geçeni yapma, sevme isteği arasında kalışını anlatsa da bu hemen her kültürde mevcut bir sıkıntı maalesef. Aman bizim dinimizden, mezhebimizden, memleketimizden birini bul evlen. Bunun akrabaya kadar giden "yabancıya gitmesin" saçmalıklarını da bilmiyor değiliz.

Bu filmle ben de pek detayını bilmediğim Yahudi kültürü ve gelenekleri hakkında fikir sahibi olmuş oldum. Film komedi ağırlıklı aslında. Kolay izlenen türden. Çocuğun sanırım baş haham deniyordu onunla olan bir sahnesine bayıldım. Çocuk isyan ederek başka mezhebe gideceğim ben de diyor. Adam, gitsen ne olacak, aynı Tanrı? diyor :))

Bu filmde beni düşündüren şu oldu. Genelde anne babadan biri yumuşak huylu ara bulucu, diğeri katı disiplinli kuralcıdır filan. Burada çocuğun babası minnoş karakteri oynamış. Ama mevzu bahis olan kızı olsaydı da öyle mi davranırdı acaba diye düşünmeden edemiyor insan.


KADAVER - Ürkütücü bir hayat mücadelesi sahnesi

0 yorum | Şarkıları dinle...

  

Korku - gerilim filmlerini bin yılda bir izleyesim gelir. İlgimi çekmiş demek Netflix listeme eklemişim. Kadaver'in ilk sahneleri gerçekten iyi bir film izlenimi bırakıyor. Daha ben Chernobyl dizisinin etkisinden çıkamamışken hemen ardından yine bir nükleer felaket ortamı ile açılış yapan bir filmi fark etmeden tercih etmiş olmam tesadüf olmadı sanırım. Film hayatta kalmanın imkansıza dayandığı anlaşılan bir ortamda bile bir tiyatro oyunu olduğunu görmeleri ile en azından kızımızın yüzünün bir kez güldüğünü görürüz belki niyeti ile giren kadın, kocası ve kızı üzerinden mevzuları anlatıyor. Bazı sahnelerinde off be abla çocuğu o izbe karanlık devasa yerde kendi haline bırakırsan herhalde kaybolur diyorsun ama, mesajını vermeye güzel devam etmiş neyse ki. Maske takan seyirci kim, takmayan oyuncu kim, hangisi rol, hangisi gerçek, hayatta kalmak için ne yapılması normaldir, normal nedir, ailesini kaybeden biri nasıl acı çeker, öcünü nasıl alır, acını nasıl çektiğin senin karakterini yansıtır diyip bağlayayım.


Saatleri Ayarlama Enstitüsü - Bir ustadan, bir ustaya uzanan yol

0 yorum | Şarkıları dinle...

 Tiyatro sezonu biterken adeta can havli ile izleyemediğim oyunları ve hatta ne bulursam izlemeye çalışıyorum. Bu kez gördüğümden beri aklımda olan bir oyunu izlemenin arı mutluluğunu yaşıyorum. Elbette Serkan Keskin. Suyu gitti, kumu kaldı İsmail Abi. Artık Leyla ile Mecnun'umuz yok. Olduramadık fakat biz kattıkları önemlidir.

Serkan Keskin'inin oynadığı her oyunu izledim derken, araya pandemi vs. girince eksiklerim oldu. Normalde kendi kumpanyalarında yani Paşa'daki Semaver Kumpanya'da izlemeyi severdim onları. Bu kez yolum Zorlu'ya düştü. İyi de oldu çünkü pandemi süresince hiç gitmemiştim. Belki 4 yıl sonra ilk kez Zorlu PSM'ye gittim. Gidişi olmasa da dönüşü hayli zorlu oldu. Onu sonra söylerim. Oyun Turkcell sahnesinde idi. Yani bildiğim kadarı ile Zorlu'nun en büyük sahnesi. Düşünebiliyor musunuz tek bir oyuncu binlerce seyirciyi doldurabiliyor. Bu bile başlı başına büyük başarı. Oyunu bulabildiğimiz yer itibarı ile hayli uzaktan ve balkondan izledim. Keşke yakından izleyebilseymişim dedim. Her ne kadar sahnede dev bir ekran olsa da insan mimik ifade görmek istiyor. Eminim etkisi farklı olurdu. Bu oyunda sahne ve dekor kullanımına bayıldım. Hani sahne sanatları okuyan öğrencilere ödev niteliğinde gidin görün sadece bir kişi sahneyi ne kadar doldurabilir, kaç kişilik ve hangi yöntemlerle oynayabilir şeklinde. Oyunun mesajı ve konusu ağır elbet malum. Serkan Keskin tiplemeleri ile renklendirmiş. Üstelik de kendini tekrar etmeden. Çarşıdan aldım bir tane, eve geldim bin tane dediğimiz şey nar değil, Serkan Keskin :)

Dönüşünün zorlu olmasından da bahsetmezsem rahat edemem.

PSM önünde akşam saat 22:00 civarı taksi sırası olduğunu anladığımız sıraya geçtik.

Şampiyonluk maçına denk gelmemiz ayrı talihsizlik trafik için bir şey diyemem, fakat sorun şu ki, orada en zengin müşterileri götürmek için sıra sıra park etmiş vitolar var. Orası Zorlu'nun taksi durağıymış. Arada bir taksi geliyor, sırası gelen biniyor. Bir baktık oradaki araçları yönlendiren sarı yelekli yetkili kuyruğun ortasından yolcu seçip bindiriyor. Ben önce idrak edemedim. Sıradan bir beyefendi eleştirince saygısız ve sert bir üslüpla kendisine çıkıştı ve Anadolu Yakası taksilerinin geç gelmesi gibi bişey geveleyerek Anadolu Yakasına gidecek yolculara öncelik vermesinin görevi olduğunu söyledi.

Orada diyemedim ki ah beyefendi önce bu üstten üstten kaba tavrınızı neye borçlusunuz? Bir de o görev yani birilerine imtiyaz verme görevini kime karşı sorumlusunuz? Zorlu'ya mı? Yolcuya mı? Yoksa daha çok kazanmak isteyen, yakın yere gitmek istemeyen taksicilere mi?

Tam 1 saat bekledik, ha geldi ha gelecek derken. Üstelik orada camdan bir durak vardı yanıbaşımızda. Yağmur başladı, hava iyice soğudu. Beklemekten yorulduk. Tartışınca bu sefer muhtemelen inadına gitti orayı kilitledi. Sorunca da orası personel için dedi. Oysa üşüyen insanlar orda arada dinleniyordu. 

Farz et ki personel için? Bu istisnai durumda seni çekip vuracaklar mı insanlar oraya iki dk. sığındı diye?
 

Ah ah, şu cânım sanat yazısı nasıl başladı nasıl bitti. 
Derdim çoktur hangisine yanayım.

Seyirci Kulisi Ana Sayfa

0 yorum | Şarkıları dinle...

ADA VE MAESTRO - Eşini döven her pisliğin ardında bir anne var

0 yorum | Şarkıları dinle...

  

İzlediğim bazı dizi veya filmlerin kategorisinde kolay izlenen fakat mesajları ağır olan filmler olarak tabir ettiğim bir gurup var. Ada ve Maestro da onlardan biri. İlle de mesaj vereceğim diye sizi buhranlara sokmasına gerek yok. Bir Yunan adasında geçiyor. Pandemi döneminin yoğun zamanında yine ona uygun çekilmiş. Kaçak partiler, kapılara asılan maskesiz girmeyiniz uyarıları görüyoruz. 

Bu dizi ne anlatıyor derseniz, ben içinde müzik konusu geçtiği için izlemeye aşlamıştım. Onun dışında aşkı, kadını, erkeği, kötü bir insanın perde arkasını anlatıyor. Evlilikleri sorguluyor. Aşkta aykırı bulunan, yadırganan örnekler seçilmiş. Kimisi evli, kimisi gey, kimisinin arasında 30 yaş var ama birbirine aşık. Bu kişilerin hepsinin kendi bakış açılarından ne kadar haklı olduğunu anlatıyor. Her dizi ve filme sosyal sorumluluk projesi gibi öpüşen erkek sokuşturulmasından sıkılsam da yadırganan aşklar örneği için uygun olmuş bu dizide. Geleneksel "değerler" ne kadar değerli, kime değer veriyor, kimi değersizleştiriyor bunları eleştirel gözle izleyebilirsiniz. 

Dizinin oyuncularından Klelia Andriolatou'nun güzelliğine bayıldığımı söylemeliyim. Hülya Avşar'ın çok genç olduğu filmlerdeki zamanlarını hatırlattı. Genel olarak oyuncuların tamamını izlemekten keyif aldığımı söyleyebilirim. Hani nerede oynamış başka izleyeyim diyebileceklerimden.

Ben mini dizi niyeti ile izledim fakat sonu sanki devamı da gelebilirmiş şeklinde bitti bence. Aslında uzarsa sıkabilir. Keşke daha kesin bitirilseymiş.

En çok sevdiğim mesajlardan biri de ekran görüntüsünü koyduğum diyalogdaki savunduğum özeleştiridir. Kadınlar değişirse dünya değişir.

Bergen

0 yorum | Şarkıları dinle...

1982 - Bergen - Şikayetim Var, Atlas Plak

 


  1.  Alma Mazlumun Ahını
  2.  Aşk Kitabı
  3.  Aşkımız Bir Roman
  4.  Bulamazsın Benim Gibi Seveni
  5.  Dert Yağmuru
  6.  Falcı
  7.  Maziyi Unutma
  8.  Perişan Ettin Beni
  9. Şikayetim Var
  10. Yalancı Dostlar
  11. Zaman Kötü